“Okulun benim için bir anlamı kalmadı baba. Oradaki eğitimimi tamamladığımı düşünüyorum.” Dışarıdan bakıldığında şımarıkça geldiğinin farkındaydı. Ama cidden bir anlamı kalmamıştı be. Pyotr mezun olup gitmişti, Hogwarts’ın ne gibi bir büyüsü olabilirdi ki? Tabii babasına bu detayı söyleyemezdi. Ama okulu bırakmak istediğini de bir tek ona söyleyebilirdi annesine iletmesi için. Sırf bir erkek için okulu bıraktığının duyulmasını istemediğinden değil aslında, annesinin duymasını istemediğinden. Yoksa sorun değildi onun için yani çıkar sokağa avazı çıktığı kadar bağırırdı:
“Her şey senin için Pyotr, her şey senin için.” Olabilecek en masumane bakışla babasına bakıyordu fakat adam kızın istediğine bir türlü yanaşmıyordu.
“Ay ben bunu annene söyleyemem, sen söyle.” Ama isteğini Sivon iletmek istemiyordu ki annesine. Kadın bacaklarını kırardı kızın. O güzel bacakları daha Pyotr’a koşacaktı. Zor bulmuştu kolay kaybedemezdi genç adamı. İkizi ise şu halini görse vizyonsuz musun Syvonne, bir erkek için okulu mu bırakacaksın derdi. Bu sözlere aldırış etmezdi genç cadı çünkü o herhangi bir erkek değildi be, erkeklerin şahıydı. Onun için hayatından vazgeçmek vizyonların en büyüğüydü asıl. Babası inatla bu fikre yanaşmayınca sesli bir şekilde ofladı. Pyotr’suz bir okulda olmak istemiyordu. Okulu bırakıp genç adamın peşine takılmak istiyordu. Sabahları onu işe yolcu edip ardından yolunu gözlemek istiyordu. Hogwarts koridorlarında Pazar sabahları ondan mektup beklemek istemiyordu. Ama yapacak bir şeyi yoktu. Asık bir suratla odasına döndü ve az önce kurmaya çalıştığı hayali yineledi. Sakin kafayla daha güzel bir şekilde kurardı bu hayali kesin.
Saçları yastığına dağılmış bir şekilde Pyotr ile geleceğini düşünürken aklına kısa süreli de olsa şahane bir fikir geldi. Okulların açılmasına biraz daha vardı ve Syvonne evde durdukça çıldıracaktı. Bir an önce İngiltere’ye dönmeli ve yârinin yeni işine uyum aşamasına destek olması gerekiyordu. Hızla merdivenleri indi ve babasının yanına vardı.
“Baba biliyor musun haklısın, okulu bırakmak yerine okul için erkenden İngiltere’ye dönmeliyim. Kendimi oranın havasına alıştırırsam daha başarılı bir yıl geçirip okuldan kolayca mezun olabilirim.” Yalan. Syvonne Florentine’nin herhangi bir zaman dilimi içinde başarılı bir yıl geçirmesine imkân yoktu. O aptaldı; büyü ile ilgili tüm o detayları, sihir tarihinin kronolojisini, iksirlerin püf noktalarını aklında tutamıyordu. Ama bunlar yerine Pyotr’un doğum gününü, onun en sevdiği tatlıyı, en sevdiği yemeği, en sevdiği kokuyu aklında tutmak daha kolay geliyordu. Yine daldığı hayalden hızlıca çıkıp babasının cevabını beklemeden odasına çıktı, valizini hazırlamaya başladı. Valizini hazırlarken bir kâğıda ufak bir not yazıp baykuşuyla beraber Pyotr’a uçurdu.
‘İngiltere’ye erkenden geliyorum. Beni tren istasyonundan alır mısın? Bence alırsın. Seni seviyorum, Syvonne.’***
Valizini sürükleyerek çıktı vagondan. Okul başlamadan önce eve uğramayı düşünmediğinden ne kadar gerekli gereksiz eşya varsa almıştı. Ve valizi taşımakta zorlanırken bu yaptığına pişman olmuştu. Evden kaçarcasına çıktığı için Pyotr ona cevap yazmış mıydı bilmiyordu. Genç adamın gelmemesi için bir neden yoktu Sivon’a göre. Acaba hiç haber vermeden direkt iş yerine mi gitseydi? Böylece görürdü çalıştığı yeri. Elbette Gringotts’u biliyordu ama çalışma koşullarını bilmiyordu. Çok fazla güzel kız var mıdır acaba?
Elbette vardır. Pyotr’un çevresini kuşatmazlar değil mi?
Ah safım benim. Lokum gibi çocuğu bulmuşlar, kuşatmaz olurlar mı? Hem de nasıl kuşatmışlardır şimdi. Kabul etmek gerekirse Sivon’un iç sesi kendisinden daha zekiydi. Bir anda suratı düştü, gerçekten de şimdi tüm kızlar sarmıştır onun çevresini. Okulda zar zor çekip çıkardığı şimdi kendisinden uzaktayken nasıl çekip çıkaracaktı? Yok yok, bir çaresini bulmalıydı. Çok çalışıp o da Gringotts’a girse? Ama Sivon’u bir tek cincüce olarak alırlardı koskoca bankaya. Gerçi tipten kurtarsa zekâdan yine kaybediyordu. Ailesine küfretmek istedi. Gerizekâlılığa genetik bir yatkınlıkları vardı kesin. Yetiş ya Pyotr, Sivon kafayı sıyırdı seni beklerken.